attığın taşlar sekerken su yüzünde kırık sesinde irkildi gece düşlerim serçe kanatlanışı, balık kaçışı içim gecenin sessizliğinde katmanlı çığlık su kanıyor, ay utançla bakıyor yüzüme dünya...
aklımda İlya bir dehşet bu gidiş bir gövde gösterisi kerahetli bir kışkırtma eski sovyetlerden kalma, bir kızıl terör Sarıkamış misali beyaz bir ölüm… beni böyle vuracaksan...
zaman ömrümün kamburunda ağır yük kalburda elenmez gözüme dolan kum kervanlar geçiyor içimin tenhalarından çöl yalnızlığı, kum fırtınası kan damlıyor avuç boşluklarıma ey kuş tüyü sevdalardan...
omuz tozlarımın kalktığı bir ekin zamanı akça dallarında armut sarısı yokluğun kızıl güneş gibi alnıma çatıyor ve hasretin köstebek misali eşiyor içimi mazbatasını ağustos böceklerine verme...
ömrün mahzeninde ez(v)a kavrulmuşluğum kaç bin yıldan kalma omuzlarımdaki bu yük göğ(s)üm yorgun, zaman aşırganı omuzlarım kekre bir tat, üşüten bir lodos içimin akşamları giyinsem, esvabım...
kendi hayat portresini çekmeden başka hayatlara sergi açmak iş değil dediğimde parasız hippiye bakın diye alay edildim oysa söylediğimin parayla bir ilgisi yoktu üstelik parayı, hayatım...
sağı, ayyuka duygulara saklambaç bahçesi solu, ihtirasları söbeleyen şehvet kulesi başında kelebekler ordusu bazen deli toylak, bazen epey hoyrattır Roji hercai duyguların dere ağzı düşleri Roji...
sakiya camında duran esrarlı gözlerin kirpiklerinin dekoltesinde süzülün bakışların kızıl kurdeleye sarılmış gün batımlarına uzanıyor karıncalara tırmanma parkuru sarmaşık saçların seni her gördüğümde içimin rahvan tayları...
tropikal iklimler yaşıyorum bu aralar çöl rüzgalarının birleştiği göz yağmurları yanaklarımın ormanlarında kıraç güz ve çiğin düştüğü yerden çamur kaldırıyor yüzüm yanaklarım sel taşkınlarına gebe beynim...