bilmem kaç mevsimdir
aynı sessizlikten kırılıyorum
yokuşun başında kalmış zaman gibi
önümden geçenin gölgesinde asılı kaldım
günde beş kez
bir hayalin kıyısına varıyorum
ne dua, ne dilek
kırık aynanın buğusunda silinmiş yüzüm
bir rüyanın unutulmuş sureti gibiyim
dilime sürüyorum
gecenin paslı tadını
ne çığlık
ne de tam anlamıyla suskunluk
dipsiz kuyuya attığım aklımı
kırk akılla çıkarmaya çalışıyorum
hay aksi…
aklım nerede benim?
kekik kokan saçların,
sarıbahar yaprakları arasında
gezinip duruyorum öylece…
biraz karanfilin kıyısında
biraz da menekşenin gölgesinde
duvara yansıyan gölgemin menzilinde
pusuya yatmış bekliyorum
sonra…
bir kuyuya eğildim
sesim geri dönmedi
yoksa çoktan yitirdim mi içimdeki yankıyı?
belki de herkes
kendi boşluğuna düşer bir gün
ve orada kurar evini
kalbim,
bir haritanın unutulmuş köşesi
kimse uğramıyor
kimse sormuyor
hangi yön sendi, hangi yön kuzey?
dünyanın en az gidilen yollarına bakıyorum
bir çınarın altındaki gölgeye
orada bekleyen bir çift ayak izi var
belki bendim
belki de adını hatırlamadığım biri
bir şehre girdim dün gece
sokak lambaları bile sessizdi
karanlıkla anlaşmış gibiydiler
ve ben…
parke taşı soğukluğunda unuttum adımı
sustuğum şey, söylediklerimden fazlaydı
dedim ya
belki de dünya
yokluğunda anlam arayan kelimelerin ağırlığı
ve belki de her şey…
hafızamı sende yetirmekten ibaretti.