Semihhan Aydemir

Uzak sahra

mavisi gökyüzüne sürülmüş bir hicran
kızgın demir gibi dağlıyor iç sesimi
paslı bir bıçak misali saplanıyor anılar
ve düşünceler, gayya kuyusuna çekiyor beni

deve kamburuna yüklenmiş zamanın sırtında
toz toprak içinde bir vaha arıyorum
vadi boyunca tenha kıvrılıyor yollarım
çatlamış dudağıma çentik atıyor kumlar

ayak izlerim siliniyor rüzgârda
küller serpiliyor geceme
bir türkü yükseliyor duvaklı perdelerin ardından
hicranın sesi iyice yankılanıyor vahada

kelebekler mavera’ya doğru göçüyor
giz içre giz, sır içre sır
avucumda serçe ürkekliği, kırık kanat
kirpiklerim olta atıyor gözyaşlarıma

dirhem dirhem eksiliyor benliğim
varlığım zebun hoyrat yokluğuna
titrek bir reflektör düşüyor düşlerime
dağ gibi büyüyor içimdeki özlemin

vahadan su içmeye uzanan ellerim
bir kevgir gibi sızdırıyor zamanı
güz içinde hüzün, hüzün içinde sır
mistik zamanlardan kalma duygularım

tozun içinde kaybolmuş sesim
kırık nota misali titriyor rüzgârda
hicranın terennümü yükseliyor
arafın eşiğinde bir yankı misali

faranjit gibi genzimi yakan zaman
apse yapmış yaralarımı kanatıyor
paslı bıçak izleriyle hala diri
yine de seni terk etmiyor ümidim

yara izlerimi tığla ören geceye
bir paye bırakmadan yürüyüp gidiyorum
titrek gölgeler düşerken vadinin duvarlarına
kendi gölgemin bir adım önünde yürüyorum

deve kamburuna yükledim yorgunluğumu
giz içinde sır gibi saklıyorum seni
tenha bir çölün suskun dilinde
hiç var olmamış bir vahanın hayaliyle…

çöl suskun, araf derin, yollar tenha
sen ki ulaşamadığım en uzak sahra
yokluğuna armağan bir yankıyım artık
sessiz vadilere adanmış bir ağıt

adımlarım siliniyor kumların hafızasından
ne bir izim kalıyor ne de bir hatıram
ruhum usulca çekilirken tenha kıyılara
hiç var olmamış bir hülyada kayboluyorum.