Kalem sahibi ile iletişime geçin

Gittin, hem de yaşanan onca şeye kibrit çakarak. Bense senden sonra yüreğimde tutuşan ve yakıp yok etmeye yeltendiğin sevdanın geçmişini de, geleceğini de kurtarmaya çalışıyorum yangınlarından. Yokluğunun sen duran tarafında yeniden büyüterek yaşatıyorum seni içimde. Gittin diye yokluğunu yüreğime acı ile ilmeklediğin geceyi kefensiz satırlara gömmedim. Varlığında hayata sımsıkı sarılmışken, yokluğunu suskunluğa gömecek kadar aciz olmadım. Varlığında da, yokluğunda da hiçbir zaman seni acılarımın metresi ederek yüreğimin kendi çıkarlarına değişmedim.

Mevsim, sonbahara akarken, ilkbahar heyecanlarını yamalı yüreğime doldurarak sana geliyorum. Varlığımda hayalin, ellerimde senden arta kalan hüznün pusulası ve dudaklarımda yaşamı terk etmiş cümlelerin suskunluğuyla sana geliyorum.

24 Kasımın soğuk gecesini aralayarak parmaklarımın ucuyla kentin yorgun kaldırımlarında sana dair yüreğime kelepçelenmiş tanıdık, tanımadık sesler arıyorum sokak aralarında.

Sana dair tek bir kelime tüm acılarımı üzerimden sıyırıp atmaya yeterdi. Tek bir merhaban hüzne kısılmış dudaklarıma tebessümler ekmeye çoktu bile. Sensizliğin virajından çıkıp hayatın puslu sokaklarına acıyla düşerken, kanayan sol yanımın sızısını astığım ay ışığı bile ağlıyordu ince, narin ve sen bakan gözleriyle. Gözlerime oturan yüzünün zembereği kırılmış zamanın avuçlarında akıp gidiyorum kerbela tohumlarının serpildiği virane hanlarıma. Seni önce güneşin sıcak alnında heyecanlarımla, sonra hüzzam gecelerin zemherisinde titrek dudaklarımın ıslak dualarında aradım.

Sana attığım her adımda toprak yağmur, sokaklar yalnızlık kokuyordu. Umudumun salıncağında körebe misali yolumun nereye çıkacağından bihaber vuslat gecelerin nemli kapılarını araladım. Pusulası ziyan olan şaşkın sevdanın ve kapıları boş odalara açılan çaresizliğin içinde buldum kendimi her seferinde. Sana yollarımın arsız dikenleri üzerinde yürürken kanayan ayaklarımın parmak uçlarına direniş ektim. Gelişlerimde attığım her adımda bir yanımın uçuruma, diğer yanımın ise sensizliğe düştüğü yolları inadına çıkıyorum. Ne İstanbul’un puslu havasına, nede ayaklarıma batan dikenlere aldırış etmeden yürüyorum şehrin sessizliğinde. Nereye gitmem gerektiğini bilmeden sende kalan benliğimi bulmaya çalışıyorum.

Gidiyorum işte, hem de pusulası olmayan acemi bir askerin düşman donanmasından kendini kurtarma telaşında olması gibi. Adını tekrarlayarak senle kulaklarımı sağır edercesine bastırıyorum geceyi.

Acıyan yanlarımda eziyorum engelleri, parmak uçlarımla öpüyorum acının en kırmızı rengini. Her şeye, sana bile inat arıyorum seni bilinmeyen adreslerde. Gökyüzünün karanlık gövdesinden mevsimleri koynuma alıyorum. Sol yanıma bulutların kendini sıkması ile çaktığı şimşeklerin kurşunları, diğer yanımaysa saatli bir bomba gibi tabiatı yok etmeye kendini adapte etmiş rüzgârı alıyorum. Seni yüreğime ve sana dair geri kalanları ise toplayıp avuçlarımın arasına alıyorum. Bir asır değil, bin ömre bedel bir ömür uzak yollardan seni yüreğime, sana dair olanlarıysa avuçlarıma doldurarak sana geliyorum.

Gülüşlerinle yollarımı aydınlatıp, umutlarımla azmimi artırarak pes etmeden en patikaları senin için geçiyorum. Asla gidişine iflas edip meteliksiz bir intiharın ipine asmadım yüreğimi. Gittiğinden beri bastırılmasa da kanamalarım, acımasız ihtilalinle kelepçelesen de yüreğimi, en kör hücrelerde çürümeye terk etsen de bedenimi, ben seninle sevdalısı olduğum yaşama devam ediyorum. Kimi zaman uykularımı sürgün ederek geceden başımı göğsüne koyarak ağladım, kimi zamanda yanaklarımın üzerinden devrilen dalgaların tuzlu sularını içtim. Canıma kast edercesine üzerime çöreklenen arsız fırtınalara göğüs gererek, esrarkeş yangınları sana kavuşma arzularımda söndürdüm.

Evet, giderken bir yanımı götürdün beraberinde, bana bıraktığın yanımın aksaklığıyla sımsıkı tutundum yaşama ipine, salmadım, bırakmadım kendimi, mağlup olmadım hayatın beni bitirme istemlerine.

Evet, yüreğim ıslak gözlerimin çeperlerine takılarak acıdı, sensiz gecelerimin dondurucu yanında üşüdüm. Ancak varlığında sana küfür etmediğim gibi, yokluğunda da beddualar yollamadım. Ne Hasret dalgalarının yüreğimin kıyılarını her gece alabora etmesi, nede içimdeki çığlıkların uykularımı sürgün etmesi sana nefret yanımı harekete geçirmedi.

Yetim mevsimlerin koynunda bana düşen payın hicranlarıyla şiirler dizeleyerek en güzel sözlerimi yine senin için söyledim. Asla kutsal sevgimin tohumlarına nifakı karıştırmadım.
Güneşi kaybettiğimde, gözlerinle güneşin sınırsız coğrafyasını keşfettim. Nefeslerim normal değil ancak aldığım her nefes ve hayata bıraktığım her gülüşüme seni ektim.
Belki aramakla bulamadım seni ama senin için kısılmış dudaklarımdan dökülmeyen kelimelerin suskunluğuyla gözyaşı döktüm sağır ve dilsiz kaldırımlara.

Sen gittin;
Gittin, hem de yaşanan onca şeye kibrit çakarak. Bense senden sonra yüreğimde tutuşan ve yakıp yok etmeye yeltendiğin sevdanın geçmişini de, geleceğini de kurtarmaya çalışıyorum yangınlarından. Yokluğunun sen duran tarafında yeniden büyüterek yaşatıyorum seni içimde. Gittin diye yokluğunu yüreğime acı ile ilmeklediğin geceyi kefensiz satırlara gömmedim. Varlığında hayata sımsıkı sarılmışken, yokluğunu suskunluğa gömecek kadar aciz olmadım. Varlığında da, yokluğunda da hiçbir zaman seni acılarımın metresi ederek yüreğimin kendi çıkarlarına değişmedim.

Belki bilemedin ama ben yüreğine inen acının bedenini kavraması ile gözlerinde yağmurlar yağdıran hüznün sahipsiz yetimliğine sevdalıydım.

Belki bilemedin ama ben yaşamın boyunca işlediğin ve işleyeceğin tüm günahlarını kendime sermaye edindim. Ben hayata karşı işlediğin suçlardan giyindiğin hükümleri, ben sabıka defterine işlenmiş tüm sabıkalarını ve ben bir gün idam edileceksen boynuna asılacak ipi boynuma takmak için seni arıyorum.

YORUMLA

DEVAMINI OKU
Duygularınızı yorumlayın

Yorum ekle

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.