derûnî bir zamanın eşiğinden dönerken
yalnızlığın tütün gibi sindiği duvarlara
dumanı hâlâ üzerimde
birkaç hece bıraktım
rüzgâr, eski bir el yazması gibi
çevirdi tenimdeki sayfaları
her satırına işlenmiş sensizliğin
noktalı vedasında titriyor yüreğim
karanlıkla yıkanmış bir şehrin
tenha caddelerinde yürürken
herkesin içeri çekildiği sokaklarda
özlemin,
nidalı bir yankı oluyor ayaklarımda
bana susmayı öğrettiğin günden beri
dilime küsmüş kelimeler
ne vakit konuşmak istesem
ağzı kumla dolmuş sahra gibi
boğuluyor ilk cümlelerim
dalgaları gözbebeklerime kadar yükselen
kıyısız bir deniz şimdi özlemin
ve sessizce geri çekilip
bir girdap oluyor
yüzmeyi bir türlü öğretemediğim kalbime
bataklıkta kurumaya terk edilmiş
yüzü tozla kaplı sufâne misali
her hatıra bir çiviyken henüz göğsümde
zaman ellerini yıkayıp geçmişten
öylece bırakıyor beni
oysa…
hâlâ bir umut sızıyor geceye
adı yok
ama sesi senin gibi titrek
eski bir halk ezgisi gibi
tenimde ıslık çalıyor rüzgâr
ve ben…
kırık kemanın kopuk teli misali
kendi ezgime ağıtlar yakıyorum…