Mavera’ya sürüklenen

Kayboluşun sessiz eşiğinde, kırık bahtın kanatlarıyla…

içimde bir ağrıyla uyanırım her sabah
geceden kalan yorgunluğum,
bağdaş kurarken kirpiklerime
acı kahvenin telvesinde;
kırk yıllık hatır, kırka bölünür yokluğunda
ayaküstü vedaların, suskun avlularında
bir hülyalık gülüşün volta atar içimde

vakit, yat borusunun yankısıyla çatlar
har rüzgarı, şehri dumanla doldurur
kuru bir nar gibi çatlamış kalbimle
iğde kokulu bahçelerde seni ararım
bahçelerde diken, odalarda yalnızlık büyür
gül kurusu renginde ayrılıklar sarar balkonumu
bir meltem geçer sokağımdan
özlemin eliyle süpürür tozlarımı

nehirler susar
ülkeler sessizliğe göçer
gölgeler çekilir izbe sokaklardan
serap gibi kaybolur geçmişin izleri
gizli bir mabed ararım her adımda
gölgesinde unuttuğum duaları
sır gibi saklarım gecenin koynunda

karanlıkla yıkanır nice bakışlar
yıldızlar bile terk eder geceyi
ve bir mavera açılır önümde
kıvrımı çatlak dudaklarımda
içime dökülen tiz bir sesle
sarsak bir umuda söylenir durmadan

dizleri içime kıvrılan yokluğun
doğum sancısı yaşatır yutkunmalarıma
bade gibi dökülür zaman kupalara
kasvetli sokaklarda ağıtlar yankılanır
gümüşe dönmüş gökyüzünde erir hayallerim

bazen…
esrik bir düşte bulurum seni
endamın, lirik bir ağıt gibi
hasretle yankılanır içimde
yağız atlar suskun vadilerden geçer
yılgın adımlar altında ezilir gün
nereye gitsem, bulur beni bahtsızlığım

ve ben…
yıkıntılar arasında
harabelerden, izbe sokaklardan
kendi mavera’mı sırtlayarak
yazgısından kırık bir bahtın,
kanatlarında yürürüm
amansız bir aşkla,
zamansız bir sona doğru.