Sessizlik bıçak gibi iner geceye,
Yıldızlar düşerken gök parçalanır.
Zaman kan kusarken yitik heceye,
Mısralar idamda, hüküm yazılır.
Sessizlikten örülmüş ipler sarkıyor,
Kelimeler kanıyor darağacında.
Bir fırtına, bir tufan, bir kıyamet,
Mısralar kazınıyor mezar taşına.
Kağıt külden bir deniz,
Kalem, paslı bir bıçak.
Ne dalga boğar, ne bıçak keser,
Oyalanıp durur ruhumun kıyısında.
Sisler çökerken yitik ufkuma,
Kandiller sönmüş, gölgeler mahzun.
Zamanın aynası çatlak bir rüya,
Geçmişe dokunur titrek bir hüzün.
Ey ebedî hüsran, feryat ve figan,
Ağlayan mısralar, sarsılan kubbe!
Külden doğan şiir; alevden nakış,
Dizeler kan kokar, yankılar külden.
Gecenin koynunda sükût ve melâl,
Zamana sinmiş usulca hüzün.
Gözlerimde titrer solgun bir hayal,
Rüzgârda kaybolan sesi bir günün.
Bir eski levhâda titrek akisler,
Mazîden süzülen mahzun bu hüzün.
Gümüşten zarafet, altından hisler,
Aynalarda sönmüş bir asır bugün.
Ey melâli seven, eski mirasım,
Zamanın ötesinde yankılanırım.
Şiirle dirilen o büyük rüyam,
Yüz yıl sonra bile hatırlanırım.