ben seni unutacaktım ruhumu önüme çıkan ilk hendeğe atabilseydim üstünü toprakla örtecektim bedenimi ölü bir ceset gibi dolaştıracaktım anlamların yitirildiği duygunun zirvesinde anlamsızlığın dibini bulacaktım ben...
lamesi boynuma dar gelen aşkını, şifa diye nefeslerime sürdüğümü bir tek sen bilsen yeter… kıyımların yaşandığı dünyamın arka sokaklarında batan/doğan güneşin seni getirdiğini, ve kıblegâhımda mizansız...
küçük özlemleri attığım yürek kumbaramın taştığını fark ettim acılarda birikince göl olurmuş özlem koktu odam duvarları yosun duygulardan yeşil aktı gözyaşlarım terine banarak biriktirdiğim sevinçleri gidişine...
yüreğimde kan lekesi, solumda parmak izin retinası bozuk gecenin zifirisindeyim malulen emekliye ayırdığın bu aşkı ikinci el pazarında kime satayım kafamda deli sorular… dar geçitlerde kahpe...
Secdeye varmayanın alnından öpme gönül Ey ağzım, dudağını damalı mühüre sürme Özü hak olmayan güçten sakın çekinme Senden ümit bekleyen, mazlumdan geçme gönül Dünyevi çıkara meyletmesin...
Çekilir dizlerim karnımın sığınağına Bükülür, kırılırım bir haziran’a Saatler zerdüşt, ellerimde bin asır Yoksun… Aşkın al rengine boyanır gözlerim… Sorma kaç zamandır neredesin diye Acıları çiğnemeden...
gel benim hicran yanım… gel, sesine/sözüne hasret kaldığım biraz senden, biraz benden, biraz da bizden konuşalım… biz konuşamayız, anlaşamayız, bakışamayız deme… konuşursak kırılırız, üzülürüz deme… dertlerimizi...
Hasret yürek ekinidir Genellikle aşk kokar Solunda can bulunca Hayatına renk katar Aşk özlemin kılıcıdır Kalbi kanatır ama… Sol yana vuruşları Duyguna anlam katar Vefa ömrün...
Ben seni gönlüme kefensiz gömecektim Yaktığın ateşte senide yakarak Üstünü başka duygularla örtecektim Zaman geçtikçe ve dindikçe acılarım Küllerini en asi rüzgarla cihana savuracaktım Olmadı… Kıyamadım...