girdiğim savaşlardan aldığım yaralar duruyor yüzümde bilge haritası, zamana koordine edilmiş pusula ayaklarım toz kaldırmayacak kadar yorgun artık kaç yüzyıldır mekik dokuyorum bu patikalarda çok muhabbetin...
Mihrabım yüzün kıblegâhım gözlerin Şehâdet parmağımda galibi mülkiyetim Bu cihanın hanında bir zerrecik ülfetle Alnını öpüşümde duruyor tüm servetim Hayallerim hicivkâr arzular tığlı yama Aldırma dertgâhıma...
kestane yüzü görmemiş sobaların eklemlerinden kırılma duygusuyla… h/isli bir ürperti kıvrılıyor dudak boşluğuma şerha tesirli bağ vurumu yatağım düşünceler ritüel çembere bağdaş kurarken medeniyetler doğuran coğrafyam...
duygular taburu endişe arazisinden geçiyor düşünceler vadisine tüfek çatıyor benliğim konuşsam… sorgularda vurulacak sözlerim sussam… lerze bir sallanışta kırılacağım levanti bir kalpte durmak zulümdür… ben ki...
bir zümrenin içinde zerre iken cihanda neden hiç ölmezmiş gibi dem vurulur dünyada… kavimler helakına yas tutan gözlerim Ken’ân diyarının öksüzü özüm vidali bir cenderenin içinde...
sırtımda taş devrinden kalma bir ağrı ağrıyan yanımın emsiz reçetesi sevdalar anlaşılmazlığın kenar mahallesi benliğim bunca yüke rağmen günahlarımı giyinip mavera’dan geldim dünyanın bu arsız kuyularına...
Dehlizime saklı ruhumun cüretkarlığı Mavi düş, siyah ölüm ve yokluğun Hangi aynaya baksam yüzüm kırık Ezelden seyyah ebede varmaya menzilim Ölüm ardım sıra, koşar adım Perçem...
attığın taşlar sekerken su yüzünde kırık sesinde irkildi gece düşlerim serçe kanatlanışı, balık kaçışı içim gecenin sessizliğinde katmanlı çığlık su kanıyor, ay utançla bakıyor yüzüme dünya...
aklımda İlya bir dehşet bu gidiş bir gövde gösterisi kerahetli bir kışkırtma eski sovyetlerden kalma, bir kızıl terör Sarıkamış misali beyaz bir ölüm… beni böyle vuracaksan...