Kalem sahibi ile iletişime geçin

bir sedyelik dünya

şu dağlar,
cengini susa vermiş bir giz boşluğu
eteklerinde çağlardan kalma yorgunluk
gözlerime çatık bakıyor yamaçları
varlığıma yabancı benliğim dökülüyor yüzümden
güneşe karşı durup ısıtırken üşümüşlüğünü

bazen yürüseler diyorum su süzümü
ne diye duruyorlar ki orada
kasvetli bir yük bindirip omuzlarıma
karabasan gibi üzerime düşüyor gölgeleri her akşam
ve neden içimin raylarından geçiyorlar her sabah

bu dünya, sonsuz sandığımız hayat…
narkoz etkisiyle hafifletilmiş ağrılar
az sonra ömür dalından hangimizi koparacak
yaşamı vücuduna enjekte edilmiş iğnelere bağlı
şu yaşlı adamı mı?
az ötede çığlıklarıyla duvarları sıvayan
şu kadını mı?
yeniden yürüme ümidiyle felçli yatan
genci mi?
hangi doktorun geleneksel gülümsemesi
şifa verir ki acaba?

ey aşk…
bir sedyelik dünyadan sesleniyorum
ne kadar duygu varsa tükenmişliğe inat
gel/gitler arası mekik dokuyor içimin ezilmişliğinde
dipsiz kuyulardan çekmeye çalışıyorum uykularımı
ve evereste tırmanmaktan daha zor
yokluğuna nefes almak…

ağzım sus vurulmuş mağara, burnumda kül kokusu
olur olmaz düşünceler dört nala koşuyor kafamda
tüm ağrılarımı bastıran yokluğunun kürtaj ağrısı
sevmenin rengini kızıla çalan aşkın
yedi düveline sövdüğüm yokluğun duruyor hala…

oysa, göğsünde kekik kokusu taşırdın
dağların kasveti silinirdi gülüşlerinle
kolların boynuma dolanan o vehim gecelerde bile
morga taşınan acılar taburcu ederdi sevinçlerimi
ölüme inat ısınırdım gül kokulu gerdanında…

YORUMLA

DEVAMINI OKU
Duygularınızı yorumlayın

Yorum ekle

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.