Şehr-i kabus, gölgeler yükseliyor Nasıl bir acıdır ki feza da/hi ağlıyor Meftun-i lahzada cebir, Kamber, kubbe düşüyor Sana inat diyorsun Sol yanım kırılıyor… Ak gerdan şer-re...
Bedirden çıkagelmiş Hendeğini aç bana Gülüşlerin tomurcuk Bakışların nev bana Şimdi kıyam zamanı Feza’da elem esas Cebel bendime maşuk Hülasası dem bana Saraylılar misali Eteklerin tutuşmuş...
Yemekte damak, acıda yürek kıyası fazla yabana atılacak bir şey olmasa gerek, hepimizin farklı kelimeler ile dile getirdiğimiz ortak ihtiyaçlarda birbirimizi tepelemekten dolayı egomuzun bir türlü...
Ölü bir beden gibi serilmiş yalnızlık. Oysa zaman akıp gidiyordu ve bir anlasa olup biteni çocuk. O vakit acabalar arasına sıkışıp kalmayacaktı. Bir yol, bir çıkış...
Yıl 1980 yine… Bu sefer cemrenin toprağın koynuna bıraktığı tohumların yeni yeni filizlendiği zamanın ipine tutunmuştur çocuk, anne sol yanına inen ağrının kırbacında emziriyormuş çocuğu. Köy...
Bu gerçekten kim saklanabilir? Kim inkar edebilir ki doğarken ağlamadığını ya da bana doğum sancısı ile gözyaşı tatmamış bir kadını göstermeniz mümkün mü? Beni önce anneme...
Hayatın nalına mıhına çakan ustalar bile farkında değil… Herkesin telaşla akıp gittiği yaşamın içinde kendine yittiğini nedense kabul etmez kimse. Şimdi neresinden tutsam bu tutarsızlığın elimde...
Yağmura verdim kendimi, tutuldum Sevda sandım her bir damlacığını Avuç avuç topladım damlacıkları Sadece benimler sandım hepsini Hiç bilmedim! Bilemedim tutamadıklarımın, Tutabildiklerimden daha fazla olduğunu Maviydi...
Topla kendini hayatımdan ey zenan! Vuslat namlusu dayanmışken şakağına Sür asi bakışlarını ufukların ötesine Gayrı durma! Keskin usturanın sırtına binmiş hayallerin Gölgesine düşme hayatı abadın Kır...