Tan sabahında ölümün yolcusuyum Artık hiç bir mertebe geriye döndüremez bizi Ne yas tutmanın, nede ağıt yakmanın faydası yok Seher vakitlerinde verildi bu aşkın telkini Ayrılık...
Dağı taşı yıkmazmıydım? Gözyaşına yanmazmıydım? Bir kelamın şule edip Şu cihanı yakmazmıydım? Ta uzaktan yol yürüyüp Sana gönül erdirip Bir damlacık gözyaşına Şu âlemi yıkmazmıydım? Kara...
Ölü bir beden gibi aramıza uzanmış zaman Sillesini hayata vurmuş yalnızlık Cümbüşleri ile zilzurna ayrılığa gebe Önüne katmış hesapsızlıkla geliyorsun Gelişine düşüyorum ve üşüyorum Heybet-i varışına...
bir yılgı kesiyor hayatları amansız gözler içtinapla bakıyor etrafa kimse anlam veremiyor olanlara çığlıklar patlamaları bastıracak şekilde yükseliyor tıpkı bir zamanlar, Çanakkale boğazının şehitler kanıyla akması gibi...
imarsız yüreğim, iskânsız sevdam, çarpık kalbim ve kaçak sevgilim gecekondu aşk söyle, şimdi ne yapmalıyım?
Ne sana, Nede sensizliğe eğilmez boynum Tekrarı yok bendeki aşkların Ya sonsuz olursun bu yolda Yâda hiç çıkmayacaksın benimle Seni sevdiğim kadar yaşarsın Artık sona geldin...
Kıvrım kıvrım yürüyüşünü marifet bilip Doğurmamış halinle övünerek Aklınca basma havanı Sosyetem… Biz doğurgan anaların delikanlı evlatlarıyız Sürünmüş kokularını Yarım metre boyunda topuklarla Kendini endamlı sanıp...
Ben seni hiç sevmedim ki Seni tanımaya çalıştıkça, kendimi tanımayı sevdim Kalabalıklarda yürürken ayak seslerini Toplu taşıtlarda yolculuğu İnmem gerektiğinde ise durakları sevdim İlk karşılaştığımızda güneşi...
Kaç bahar geçti böyle aramızdan Ne sular geçti göğsümün köprüleri altından Kaç sonbaharda güz yağdı umutlarıma Bir bilsen… Güneş çoktan karıştı karanlığa Bir tek simanı sakladım...