acımdan öpme
bakışlarının koridorundaki soğuk esinti
hüznün kafına ulaştırdı yüreğimi
bilmem rakım kaç…
düştüğüm derinliğin dibini bulamıyor
avuçlarımda kırılan duaları toplayamıyorum
kırık bir kalemin ucunda toparlıyorum
ne varsa işte…
hava puslu, içim kaynıyor benim
nirvan şarkının kervan sarayı yüzün
ve kül kedisi gibi sinsilik etme
bugün bir ceylanı katlettin yüreğimde
berdel ettiğin acılara seyyah oldum yeniden
yüz hatlarıma mor dokunuşlar yaparken parmakların
ren geyiğinden aldığın o cüretkar cesaretle
dişinin beyazında dudağının güvezini ezme
yavaş yalnızlığım yavaş
medcezir acılardan geliyorum
öyle ulu orta acımdan öpme…
şu duvar…
sırtımı yasladığım sevinçlerime biniyor
her tabloya farklı bir isim
her renge farklı bir acı yüklüyorum
şu semazen duruşum
boynumdan kırılmışlığım
bir bilsen…
nasılda keskin bir halde gözlerimi oyuyor
hamağı deve kamburundan düşmüş kervancı
düşünce karargahına tüfek çatınca sessizliğim
yokluğun ateşledi gönül mühimmatını
ne var ki,
artık hiçbir şey eskisi gibi değil
çağdaş dünya karmaşıklığında mu haliyim
naacal’dan kalmayım sevgili maya’dan…
münakalası zor, münakaşası boldur insanın
hangi kıtaya kürek çeksem, mülteciyim
nazca kıvrımlar dolu avuç içlerim
and dağlarına uzanıyor kader çizgim
nasıl söylesem…
beni katlettiğini bilme
nasılsa her acı yeniden yaşamayı öğretir.