Şimdi yüreğine bağdaş kurmuş yetim sevdanın kelepçelerinde esareti yaşa. Sana ne bıraktığımın öneminden geçerek, yaşadığım önemsizlikleri bırakıyorum baş yastığına ve ruhunun kirlendiği sokaklardan geçiyorum. Kaldırımlar boyu...
Sevmekten utanma yüreğim, sevgiyi karalayan utansın! Bana özümden geçmeye sebep, yüreğimi sığdıramadığım farklı bir hayatı bıraktın isteyerek ya da istemeyerek, oysa ben hiçbir zaman çizmedim aramızda...
Gittin, hem de yaşanan onca şeye kibrit çakarak. Bense senden sonra yüreğimde tutuşan ve yakıp yok etmeye yeltendiğin sevdanın geçmişini de, geleceğini de kurtarmaya çalışıyorum yangınlarından....
Yemekte damak, acıda yürek kıyası fazla yabana atılacak bir şey olmasa gerek, hepimizin farklı kelimeler ile dile getirdiğimiz ortak ihtiyaçlarda birbirimizi tepelemekten dolayı egomuzun bir türlü...
Ölü bir beden gibi serilmiş yalnızlık. Oysa zaman akıp gidiyordu ve bir anlasa olup biteni çocuk. O vakit acabalar arasına sıkışıp kalmayacaktı. Bir yol, bir çıkış...
Yıl 1980 yine… Bu sefer cemrenin toprağın koynuna bıraktığı tohumların yeni yeni filizlendiği zamanın ipine tutunmuştur çocuk, anne sol yanına inen ağrının kırbacında emziriyormuş çocuğu. Köy...
Bu gerçekten kim saklanabilir? Kim inkar edebilir ki doğarken ağlamadığını ya da bana doğum sancısı ile gözyaşı tatmamış bir kadını göstermeniz mümkün mü? Beni önce anneme...
Hayatın nalına mıhına çakan ustalar bile farkında değil… Herkesin telaşla akıp gittiği yaşamın içinde kendine yittiğini nedense kabul etmez kimse. Şimdi neresinden tutsam bu tutarsızlığın elimde...