makyajı akmış sandalların paslı duvarları gibi hüzne akıyorum ve buharlaşmayı bekleyen buz parçası kadar kendimi dinliyorum… frekansı cızırtılı antika bir radyo gibiyim içimde spontane gelişen matemin...
sakiya camında duran esrarlı gözlerin kirpiklerinin dekoltesinde süzülün bakışların kızıl kurdeleye sarılmış gün batımlarına uzanıyor karıncalara tırmanma parkuru sarmaşık saçların seni her gördüğümde içimin rahvan tayları...
soyutlanıp benliğimden çekiyorum zan perdelerini tün vakitlerine kurup durduruyorum saatleri dönmekten divane olan dünyaya bakıyorum kendi boşluğuna pervane dönerken insan altın sarısı ovalardan boş çöllere geçiyorum...
bakışlarını göğsüme çak diye durdum gönül kenarındasen geçerken yüreğimden ayaklanır içim, aşk bir tabur yürüyüşündeduygular feryad-i figan…sensizlik çığ gibi büyüyorken içimdenefes nefes seni döküyor üstüme… hava...