Sokak lambalarına gizlenmiş yüzler duruyor Yüksek topuk, mini eteklerine asılmış umut Tek bir celsede kirleniyor her gece Olan bitene duyarsızlığın yükseldiği Kaldırımlar boyu gölgeler Rujlu dudakların...
bu gece dumanlı başım sillesini vurmuş ayrılıklara mahkum esarete demir atmış zaman gemisi gibiyim ne nuh kadar ayrıcalıklıyım, nede savrulan yaprak kadar alçak gururum içime düşen...
kanlı bir bıçağın sırtına binmiş duyguların, barutla sarılmış yarasının üzerine kus zehrini dünden kalma bayat ve soğuk çay artık ısıtamaz yüreğini ellerinin ayasına iyice kavra tavlını...
Tan sabahında ölümün yolcusuyum Artık hiç bir mertebe geriye döndüremez bizi Ne yas tutmanın, nede ağıt yakmanın faydası yok Seher vakitlerinde verildi bu aşkın telkini Ayrılık...
bir yılgı kesiyor hayatları amansız gözler içtinapla bakıyor etrafa kimse anlam veremiyor olanlara çığlıklar patlamaları bastıracak şekilde yükseliyor tıpkı bir zamanlar, Çanakkale boğazının şehitler kanıyla akması gibi...
Ne sana, Nede sensizliğe eğilmez boynum Tekrarı yok bendeki aşkların Ya sonsuz olursun bu yolda Yâda hiç çıkmayacaksın benimle Seni sevdiğim kadar yaşarsın Artık sona geldin...
Ölü bir beden gibi serilmiş yalnızlık. Oysa zaman akıp gidiyordu ve bir anlasa olup biteni çocuk. O vakit acabalar arasına sıkışıp kalmayacaktı. Bir yol, bir çıkış...