Dem-i ruz
Zamanın duvarlarından ırmaklarına dökülüyorum
Ey hayat içinde hayat bildiğim naz-ı dilber
Bu yol nereye gider…
Hangi zirveye çıkarıp,
hangi uçuruma iter beni gözlerin
Varlığına seyyah yokluğunu sunarken ab-ı dem
Olmadığın istikamette göz ama, dil lal, ayak topal
Derman aradığım kapında dert giydirip ufkuma
Dalıp gittiğim firkat incitir beni
Menzili aşk yurduna sefere çıkarken duygular
Her gece yüreğimden bin fırkateyn kalkar
Ne zaman gönül limanına sürsem gemilerimi
Yokluğunun çıkardığı fırtınada can alabora
Dem-i ruz telaşında fiyakalı sessizlik
Göğün çatlamış ocağından dökülüyor vuslat
Bedenimin giydiğinden değil…
Yokluğunun diş geçirdiği ruhumda kanamalar
Ah…
Ben ki her vahatta sana aynı zar
Falakından geçerken beğerimden savruluyorum
Melankolik hal evvelinde sofistike düşlerim
Şimdi nerede olduğumu dahi bilmiyorum…
Günün kaçıncı vakti, saat kaç, neredeyim
Çölümün çatlaklığına düşen su bildiğim
Zamanın kınından çekilen ez gibi
Candan içeri kan, ah yar, yara gibi
Ben seni sevdim beytimde mısra gibi…
Alemler içinde alem-i nar bildim seni
Renklerin en güzelinden çalıp al bildim seni
Gülleri katlettim, hayallerimi biçtim
Kainatın yedi kıtasından geçerek
Gönül yurduna mülteci eyledim beni…
Ferim cemalinde bin parçaya bölünmüşken
Dem-i ruz ile gönül çarmıhına as şimdi
Bıçağın en kör haline razı İsmail’im sana
Haydi…
Yeterince gerginken boynum, titremesin ellerin…